Takrib, Allah-u Zülcelal'e kavuşma yolu olan tasavvufun en son mertebesidir. Bu da verdiği nisbete sadık kalan müridin, mürşidinin vermiş olduğu zikir üzerine yoğunlaşmasıdır.
Bu zikir esnasında yapılan zikir, müridi öyle bir kaplar öyle bir tesir eder ki, bir an bile Allah-u Zülcelal’den gafil olmaz. Zikir bütün vücuda yayılır, öyle bir hal alır ki, müridin iradesi dışında alıp verdiği nefesi gibi olur. Kişi iradi olarak zikri durdursa dahi, kalp ve bütün vücud, zikire devam eder. Bu durumu aklın ölçüleri ile kavramak mümkün değildir. Bu halde mürid, bir takım ilâhi sırlara vakıf olur. Bu makama yükselen müridin göreceği bazı harikulâdeliklere takılıp, Allah-u Zülcelal'in rızasını unutarak, bunlarla meşgul olması, yükseldiği makamına güvenip veya bu makamda kendini beğenmesi, ayağının kayıp en aşağı dereceye yuvarlanmasına sebep olabilir.
Sadat-ı kiram kendi tasarruflarına giren müridi, öyle yüksek bir makama oturturlar ki, burada çok dikkatli olmak lazımdır. Bu makam aynı kavak ağacının tepesine oturmak gibidir.
Kavak ağacı yüksek olduğu halde, devamlı olarak sallandığından, her an düşebilir. İşte bu makam, böyle yüksek ve güzel bir makam olmasına rağmen, mürid her an Allah-u Zülcelal'in gazabından ve bu yükselmiş olduğu makamdan kovulmaktan korkmalıdır.
Allah-u Zülcelal hepimizi, bu makamın sahibi olan hakiki Allah dostlarının dostluğundan ayırmasın...